Hamlet: “… Ahaa! Gözleriniz görmüyor mu? Buna aşk diyemezsiniz; çünkü siz yaştakilerde kanın ateşi söner ve his mantığa tâbi olur. Hangi muhakeme bunu bırakıp şuna tenezzül eder? Her halde biraz hissiniz vardır, yoksa heyecan duymazdınız; fakat duygunuz felce uğramış olsa gerek. Bu hatayı bir deli bile işleyemez. Bu kadar büyük bir fark karşısında cinnet bile, seçim kabiliyetinden mahrum edecek kadar köreltemez hisleri. Zerre kadar hissi olan, böyle bir yanlışlığa düşmezdi yoksa. Utanmak dünyadan kalktı mı? Ey Asi cehennem…”
20 Haziran 2006, Salı
Hayır dediğiniz oluyor mu hiç kendinize, kendi içinizde bir Türk filmi nidasıyla “Nayııır” dediğiniz. Eğer oluyorsa genellikle dışardan sebeplenen bir pişmanlık değildir. Bakınız Türk filmlerine ne zaman o replik geçse söyleyen insan aslında kendine kızmaktadır; yanlış karar vermiş yanlış seçim yapmıştır çünkü. Yıllardır, aylardır kendi görüşlerini dayadığı destek bir anda kırılınca doğal olarak o desteye görüşlerini dayayan kendine kızacaktır. Ama yine de ne karşıdakini üzmek ister ne de kendini suçlu çıkarmak. Akabinde “Nolamaz, Napamassın bana bunu…” replikleri gelecektir ki bunlarda da gördüğümüz üzere hala kendine kızıyordur oyuncumuz. İşte öyle oldu bu akşam bende… “Hayır” dedim “Bu kadar mı kördüm, bu kadar mı sağırdım bu kadar mı hissizdim” dedim açıkladığım şekillerdeki nidalarla. Sonra dediğim gibi “Nolamaz…” kısmı geldi ki olmuştu bile… İşte bu noktada arkadaşımın sözü geldi aklıma… Olmuşla ölmüşe çare bulunmaz, sizin durumunuz da öyle; o olmuştu, sen ölmüştün… Hem ben doğum günümde ölmek istemiştim hep veya bir Metal şarkısı tadında yaşamak. İçimdekileri dışa vururken çekinmeden rahat rahat davranmak, isyanımı bağıra belirtmek isterdim metal şarkılarındaki gibi… Ama hayat sözlüydü işte, tarihten öğrendiğimiz gibi sözlü kaynaklar hem kesin olmuyordu, hem de kalıcı değillerdi. Çok kolay değişebiliyorlardı… Aslında test olarak görmek gerekirse hayatı, epey yanlış şıkkı işaretlediğim de apaçık ortada, göz var izan var dedirtecek durumlarda bile yanlış şıkları seçmişşim. Ama artık bende "göz" de var "izan" da... Görünen köy klavuz istemediği gibi, benim gibilerine açıklamalı çoğrafi tahini öğretmek gerekiyor sanırım o köylerin. Kendimi nefret dolu, kıskanılan bir yağmur damlası gibi hissediyorum, yağarken arzuyla eller uzanıyor, habersiz birisine temas ettiğimde rahatsızlık duyuyor ve hemen kuruluyor. Şu şekilde düşünmek de mümkün; çitlenmiş bir çekirdeğin yere atılmış kabuğuyum… Kimsenin ilgisini çekmez, kimse boş yere yerden alıp elinde taşımaz, veya dudaklarına götürmez; çünkü içim boş… Bana dokunacak tek şey sokakları temizleyen amcaların süpürgeleri… Hatırlatırım ki süpürgeler de otlardan yapılır, başka amaçla kullanılmayan otlardan…
Kraliçe: “ Ah! Artık sus, Hamlet!.. Bana ruhumun içini kendi gözlerimle gösterdin ve ben orada, bir daha temizlenmeyecek kadar siyah lekeler görüyorum.”

0 yorum:

İzleyiciler